Konuşmalar

 

< Başkan'ın Konuşmaları

  20 Ekim 2025 Pazartesi | Paylaş & İndir  

ANAYASA MAHKEMESİNİN

TEMEL HAKLAR ALANINDAKİ KARARLARININ

ETKİLİ ŞEKİLDE UYGULANMASININ DESTEKLENMESİ

AVRUPA BİRLİĞİ–AVRUPA KONSEYİ ORTAK PROJESİ

“Adli ve İdari Yargıda Bireysel Başvuru İhlal Kararları ve İhlalin Sonuçlarının Ortadan Kaldırılması Bölge Toplantısı”

Diyarbakır
20-21 Ekim 2025


Değerli Yargıtay Başkanımız,

Değerli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcımız,

Değerli Danıştay Başsavcımız,

Anayasa Mahkemesinin Değerli Başkanvekilleri ve Üyeleri,

Değerli Avrupa Konseyi İnsan Hakları, Adalet ve Hukuki İş Birliği Standartlarının Uygulanması Dairesi Başkanı,

Değerli Avrupa Konseyi Ankara Program Ofisi Başkanı,

Değerli Diyarbakır Başsavcısı ve Adalet Komisyonu Başkanı,

Diyarbakır Bölge Adliye Mahkememizin Değerli Başsavcısı ve Başkanı,

Değerli Bölge İdare Mahkemesi Başkanı,

Değerli Hâkim ve Cumhuriyet Savcısı Arkadaşlarım,

Basınımızın Kıymetli Mensupları, Kıymetli Misafirler,

Sizleri Mahkememiz ve şahsım adına en kalbî duygularımla, saygıyla selamlıyorum. Toplantımıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

Kadim bir kültür ve zengin bir tarih şehri olan Diyarbakır’ımızda sizlerle bir arada olmaktan çok büyük bir memnuniyet duyuyorum. Hepinizin bildiği üzere bu topraklar; yüzyıllar boyunca insanıyla, kültürüyle, medeniyetiyle çok zengin bir coğrafya olmuştur.

Diğer yandan bir de şairler şehridir Diyarbakır. Cahit Sıtkı Tarancı’nın çocukluğunun geçtiği, mektuplarını süslediği “öz hava”sıdır. Cahit Sıtkı’ya göre “Diyarbakır’ı sevmek bir vazife ve hem de ihmal edilmeyecek mukaddes bir vazifedir.”

Ve elbette, bu şehrin büyük evladı Sezai Karakoç’u da anmak gerekir bu bağlamda. Karakoç’un ifadesiyle bu şehir, “İpekten sedirlerinde Kur’an okunan, açık pencerelerinden gül dolan, güneşin beyaz köpüklerinde yanmış bir eski kanatlar ülkesidir”. Süleyman Nazif’in, Ziya Gökalp’ın, Ahmet Arif’in ruhunun sindiği kadim kültürümüzün gerdanıdır Diyarbakır. Bu güzide şehirde olmaktan duyduğum mutluluğu bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Daha önce İstanbul, Gaziantep, Bursa, Erzurum, İzmir ve Trabzon’da yaptığımız bölge toplantılarımızın yedincisini bugün Diyarbakır’ımızda gerçekleştiriyoruz.

Anayasa Mahkemesi üye ve raportörlerinin yanı sıra Yargıtay, Danıştay ve istinaf mahkemelerinden kıymetli meslektaşlarımızın da katılım ve sunumlarıyla gerçekleştirilen toplantılarımızda şu ana kadar toplam 791 hâkim ve savcımızla bir arada olduk. Bu toplantımızda da adli yargıdan 67 hâkim ve savcımız, idari yargıdan ise 36 hâkim kardeşimiz bizimle birlikte olacaklar.

Bu toplantılarımızın üç temel amacının bulunduğunu söyleyebiliriz:

Bunlardan ilki, yargısal diyaloğun daha yaygın ve daha etkin hâle getirilmesi suretiyle Anayasa Mahkemesi ile tüm hâkim ve savcılarımız ve mahkemelerimiz arasında etkin ve verimli bir iş birliği gerçekleştirmek,

İkincisi, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurularda verdiği ihlal kararlarının subjektif sonuçlarının başvurucular açısından süratle somutlaşması için yapılması gerekenler konusunda ortaya çıkan sorunları değerlendirmek ve böylece hak ihlallerinin bir an önce giderilmesini sağlamak,

Ve üçüncüsü de bireysel başvurulara konu olaylarda Mahkememizce sık karşılaşılan ihlal alanlarını ve bu alanlarda bir anlamda yoğunlaşan, bir anlamda da sıkça tekrar eden sorunları ve Mahkememizce verilen ihlal kararlarında yer alan gerekçelerin objektif etkilerini ele alarak adaletin en süratli şekilde ve en üst seviyede gerçekleşmesini temin etmeye çalışmaktır.

Bugün ve yarın icra edilecek oturumlarda, Anayasa Mahkemesince verilen kararların objektif ve subjektif etkileri konusunda çok değerli sunumlar yapılacak. Hem oturum başkanlarımıza hem de sunum yapacak meslektaşlarımıza şükranlarımı sunuyorum.

Adli yargı için yapacağımız bugünkü ve idari yargı için yapacağımız yarınki toplantılarımızın başarılı ve verimli geçmesini temenni ediyorum.

Kıymetli Misafirler,

Bireysel başvuru, herkesin Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurmak suretiyle kullanabileceği bir hak arama yoludur. 23 Eylül 2012 tarihinden bu yana fiilen kullanılmaktadır.

Söz konusu tarihten bugüne kadar bireysel başvuru sistemi kapsamında, Mahkememize 702 bin 53 başvuru yapılmıştır. Bunların 600 bin 14’ü karara bağlanmıştır. 600 bin 14 kararın önemli bir kısmını, 531 bin 134’ünü, kabul edilebilirlik kriterlerinden birini veya birkaçını taşımaması nedeniyle başvurular hakkında verilen kabul edilemezlik kararları oluşturmaktadır.  

Belirtilen durumla birlikte 23 Eylül 2012 tarihinden bugüne kadar Mahkememiz tarafından toplam 81 bin 841 ihlal kararı verilmiştir. Bunların 56 bin 443’ü makul sürede yargılanma hakkına ilişkindir ve başvuruculara bir miktar manevi tazminat verilmesi ile sonuçlanan ihlal kararlarıdır. Adil yargılanma hakkı, mülkiyet hakkı, ifade özgürlüğü gibi 19 değişik hak grubundan dosya bazlı verilmiş ihlal kararı sayısı 23 bin 914; hak bazlı verilen ihlal kararı sayısı ise 25 bin 398’dir.

Mahkememiz kayıtlarına göre bu kararlardan bugün itibarıyla icra süreci henüz tamamlanmamış olanların sayısı 84’tür.

Kıymetli Misafirler, Kıymetli Meslektaşlarım,

Sözünü ettiğimiz sayılara baktığımızda, yıllar itibarıyla yapılan 702 bin 53 başvurunun yaklaşık %76’lık  kısmının, yani 531 bin 134’ünün, kiminin süresinde yapılmaması, kiminin diğer kabul edilebilirlik kriterlerini karşılamaması ve kiminin de böyle isimlendirilmese de nitelik itibarıyla tamamen temyiz incelemesi yapılması istemi niteliğinde olması nedeniyle kabul edilemezlikle sonuçlanan başvurular olduğunu; makul süre dâhil %24, makul süre düşüldükten sonra kalanların ise yaklaşık %16 civarındakilerin de bir hak ihlali var mı yok mu incelemesini gerekli kılan nitelikteki başvurular olduğunu görüyoruz.

Öte yandan 13 yılda verilen ihlal kararlarının toplam başvuruya oranının da makul süre hariç yaklaşık %3,4 olduğu görülmektedir.  Tabii ki konjonktürel nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan spesifik bir konuya ilişkin çok sayıda dosya olması durumu bunun dışındadır.

Peki buradan nasıl bir sonuç ortaya çıkıyor? Buradan, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemelerinde bir süper temyiz mercii olarak görev yapmadığı; önüne gelen başvurularda Anayasa’dan kaynaklanan bir yetkiyle anayasal bir görevin yerine getirilmesi bağlamında, yalnızca bir hakkın anayasal anlamda ihlal edilip edilmediğine baktığı sonucu ortaya çıkıyor. Dolayısıyla buradan da hem bireysel başvurunun bir temyiz yolu olduğu algısının gerçeğe uygun düşmediği hem de Anayasa Mahkemesi ile diğer yüksek mahkemelerimiz olan Yargıtay ve Danıştay arasındaki bireysel başvuruya ilişkin ilişkinin hiyerarşik bir yönü bulunmayan, anayasal iş bölümüne dayalı bir ilişki olduğu sonucu ortaya çıkıyor.

Kaldı ki Anayasa Mahkemesi de hemen her vesileyle, ilgili her kararında hak ihlallerini giderme görevinin öncelikle genel anlamda kamu gücü kullanan tüm organlara ve özelde de olağan yargılamayı yapan mahkemelere ait olduğunu vurguluyor ve böylece Anayasa Mahkemesi ile diğer mahkemeler arasındaki ilişkinin “ikincillik” ilkesi esası üzerine kurulduğu tespitini yapıyor.  

Bununla birlikte bireysel başvuru yolunun uygulandığı diğer ülkelere baktığımızda da ülkemizde bu alanda yaşanan tartışmaları olağan ve normal karşıladığımızı ifade etmek istiyorum. Kaldı ki biraz sonra da ifade edeceğim gibi Anayasa Mahkemesi, diğer yüksek mahkemelerimiz Yargıtay ve Danıştay ile tam bir iletişim içinde çalışmaktadır. Bu bağlamda hem Sayın Yargıtay ve Danıştay Başkanlarımıza hem de yüksek mahkemelerimizin kurul ve daire başkanlarına ve üyelerine hassaten teşekkür ediyorum.

Kıymetli Misafirler, Kıymetli Meslektaşlarım,

Mahkememizde bireysel başvuru incelemeleri yapılırken Mahkememizce oluşturulmuş birbirini denetleyen birçok yapının içerisinde yer aldığı bir süreç izlenmekte; hazırlık ve karar aşamasında konuya ilişkin uluslararası evrensel yaklaşımlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında kullanılan ilke ve standartlar, varsa benzer konularda diğer ülke anayasa mahkemelerinin kararları, ülkemizin yüksek yargı organlarının kararlarında ortaya koydukları birikimler, oluşturdukları içtihatlar titiz bir şekilde araştırılmakta; bu araştırma sonucunda ortaya çıkan tespitler, raportörlerimizin görüş ve önerileri de dikkate alınarak Mahkememizin kurumsal olarak geçmişten günümüze kadar oluşan birikimi ve üyelerimizin engin tecrübeleriyle titiz bir müzakereye tabi tutulmaktadır.

Ayrıca konuya ilişkin içtihatlarının temel dayanaklarının anlaşılması bağlamında diğer yüksek mahkemelerimiz Yargıtay ve Danıştay ile de tam bir iletişim içinde çalışılmaktadır.

Ayrıca belirtmem gerekir ki Mahkememizce, incelenen tüm bireysel başvurularda başvurucular tarafından dile getirilen tüm ihlal iddiaları onların dinî, siyasi veya ideolojik kimliğine bakılmadan tamamen adalet odaklı bir yaklaşımla değerlendirilmekte; anayasal sınırlar içinde kalmak kaydıyla, temel hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesine hizmet edecek, modern hukukta benimsenen yorum yöntemleri tatbik edilmektedir.

Bu anlayış içerisinde hareket edilirken de temel hak ve özgürlüklerin uluslararası düzeyde korunması bakımından ölçülülük, demokratik toplum düzeninin gerekleri ve adil denge gibi genel ilkelere başvurulmakta ve bunlar dinamik bir yorumla ele alınmaya gayret gösterilmektedir.

Dolayısıyla Mahkememiz, kararlarını hukukun çizdiği sınırlar içinde, vicdanın sesine kulak vererek merkezinde yalnızca objektif adaletin olduğu bir anlayışla şekillendirmeye, tüm kişi ve kurumlarla olan ilişkilerini bu anlayış içerisinde yürütmeye, kendisine yüklenen misyon bağlamında; adalet, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükler gibi değerlerin gerçekleşmesine katkı yapmaya, bireylerin ve kurumların adalet duygularını tatmin etmeye, onların devlete ve hukuka olan güvenlerini artırmaya çalışmaktadır.

Kıymetli Misafirler, Kıymetli Meslektaşlarım,

Anayasa Mahkemesi olarak bireysel başvuruda geldiğimiz nokta itibarıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları yanında, insan hakları hukukuna ilişkin tüm evrensel ilke, standart ve kararlardan da yararlanarak temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ve geliştirilmesine yönelik standartları büyük ölçüde belirlemiş, dolayısıyla da zengin bir insan hakları içtihat bankası oluşturmuş bulunmaktayız.

Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruya ilişkin iş yükü giderek artmaktadır. Mahkememiz artan iş yükünün altından kalkabilmek için gerekli tedbirleri baştan itibaren almıştır ve almaya devam etmektedir. Mahkememizce, bireysel başvurunun kabulünün üzerinden geçen 13 yıl içinde yalnızca içtihat ve uygulama bakımından değil kurumsal kapasitenin geliştirilmesi yönünden de önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Ne var ki bireysel başvuru sisteminin etkili bir şekilde, iyi işleyen bir hak arama yolu olarak yoluna devam etmesi, yalnızca Anayasa Mahkemesinin çabalarıyla mümkün değildir. Bu, ancak tüm alakadarların bu konuda duyarlı olması ve ihlal kararlarının objektif etkisinin hayata geçirilmesiyle mümkün olabilir.

Kıymetli Misafirler, Kıymetli Meslektaşlarım, 

Dünyanın her yerinde, her toplumda o topluma ilişkin anayasal kimliği ya da o topluma ilişkin ortak toplumsal kimliği oluşturan ilke ve değerlerin en önemli güvencesi, hukuk devleti olmanın gereği olan bağımsız ve tarafsız bir yargının varlığıdır.

Bağımsız ve tarafsız bir yargının varlığı da öncelikle o faaliyeti yürütecek olan bağımsız ve tarafsız hâkim ve savcıların varlığıyla mümkündür. Zira devletin ve toplumun bekası açısından mutlak bir gereklilik ve zorunluluk olan hakkın ayakta tutulmasında ve adaletin sağlanmasında en önemli sorumluluk yargısal faaliyetlerin başaktörleri olan hâkim ve savcılara aittir. Bir başka söyleyişle adaleti tesis etme görev ve sorumluluğu temel olarak hâkim ve savcılarındır.

Peki hâkim ve savcıların tesis etmekle sorumlu oldukları adalet nedir? Adaletin ne olduğu konusunda bugüne kadar yapılmış çok sayıda tanım bulunmaktadır. Temas ettiği alanın çok pürüzlü olmasına rağmen sanırım günümüzde kavramsal olarak adaletin ne olduğu artık tartışma konusu değildir. Ve günümüzde yeryüzünde istisnasız herkesin, her alanda adalet istediğinde de tartışma bulunmamaktadır.  Zira adaletin olmadığı yerde ne devletin devamından ne de toplumun huzurundan söz edilebilir. Toplumun refahı, güvenliği ve iç barışı ancak adaletle mümkündür. Adaletli bir düzen, bireyler arasındaki güveni pekiştirir, toplumsal bağları kuvvetlendirir ve devletin meşruiyetini sağlam temellere oturtur. Adaletin zedelendiği yerde toplumsal barışın, güvenin ve refahın da yara alacağı açıktır.

O hâlde nedir adalet? Bu kadar önem arz eden adaletten ne anlamalıyız ve nasıl tesis etmeliyiz?

Bugün kavramsal olarak adaletin ne olduğuna ilişkin konulara değinmeyeceğim. Bununla birlikte izninizle her bir olay veya konu bazında adalet mefhumunun nasıl ete kemiğe büründürülebileceği, her bir olay veya konu nasıl bir yol izlenerek, nasıl bir tutum sergilenerek sonuçlandırılmış olursa veya yargılama faaliyetinde nasıl davranılırsa söz konusu tanımların temsil ettiği anlamın o olay veya konu bağlamında zuhur etmiş, hayata geçmiş olacağı konusunda ise bir şeyler söyleyeceğim.

Kanaatimce her bir olay veya konu bağlamında adaletin zuhur edebilmesi, hayata geçmiş olabilmesi için ilk gereklilik, anayasal demokrasilerin ve hukuk devleti ilkesinin de temel unsurlarından birini teşkil eden “iyi işleyen bir adalet sistemi”nin varlığıdır. İyi işleyen bir adalet sisteminin varlığından söz edebilmek için de icra edilen tüm yargısal faaliyetlerin doğru ve düzgün yürütülmesi gerekmektedir.

İşte bu noktada hâkim ve savcılara çok büyük sorumluluk düşmektedir. Zira hâkim ve savcıların varlık nedenleri, temel işlevleri adaleti tesis etmektir. Bu sorumluluk onların yüklerini çok ağırlaştırır. Bu ağır yük, onların bazı özellikleri haiz kişiler olmalarını, bazı konularda diğer kişilere göre kendilerini kimi zaman sınırlandırmalarını gerektirir. Bu bağlamda hâkim ve savcılarımıza nasıl davranmaları, nelere dikkat etmeleri gerektiği konusunda elbette ki birçok tespit ve önerilerde bulunulabilir.

Bununla birlikte bu konuda ilk olarak söylenilebilecek olan şey, adalet dağıtımında en temel sorumluluğun hakkaniyete uygun şekilde, bağımsız ve tarafsız davranmak olduğudur. Bu durum aynı zamanda hukuk devleti ilkesinin egemen olduğu demokratik bir rejimin de vazgeçilmez koşuludur, adil yargılanma ilkesinin somutlaşmasının temel gerekliliğidir. Hak ve özgürlüklerin en büyük güvencesidir.

Dolayısıyla hâkim ve savcılar, iç dünyalarındaki öznel duygu ve düşünceleri de dâhil olmak üzere herhangi bir dışsal etki ve baskı altında kalmadan, çekinmeden, endişe duymadan, tarafsız bir tutumla, pozitif hukuk düzeninin öngördüğü çerçeve içinde, aklı ve bilimi daima başat konumda tutarak, hukuka ve vicdani kanaatlerine göre özgürce karar vermelidirler. Hem bireysel hem de kurumsal yönleriyle her daim yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını muhafaza etmelidirler. Bu, şeklen de böyle olmalıdır.

Esasen hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu olan bağımsız ve tarafsız bir yargının varlığı temel hak ve özgürlüklerin olduğu kadar kamusal düzenin korunmasının da güvencesidir.

Kıymetli Misafirler, Kıymetli Meslektaşlarım, 

Kendimizi ne kadar methedersek edelim, nasıl tarif edersek edelim -tüm insanlarda olduğu gibi- hâkim ve savcıların da insan olarak ne olduğunu, hâkim ve savcı olarak ne olduğunu muameleleri gösterir. Verdikleri kararları gösterir. Hâkimlik kapasitemizi aklımız, bilgimiz, ahlakımız ve vicdanımız belirler.

Hâkim ve savcılar olarak bir tarafı nur, bir tarafı nâr olan bir mesleği icra ediyoruz.  Hâl böyle olunca kibir, enaniyet, çekememezlik ve buna benzer sebepler nedeniyle ya da hangi nedenle olursa olsun, asla adaletsiz davranmaya yönelmemeliyiz. Keyfî hareket etmemeliyiz. Hiçbir zaman hakkı (adaleti) kendi keyfî arzularımıza uydurmaya kalkışmamalıyız. Her daim her yerde adaletin timsali olmalıyız. Okuduklarımızı ve dinlediklerimizi doğru anlamalıyız. Baktığımızı doğru görmeliyiz. Kimseyi, bilerek kıl kadar haksızlığa uğratmamalıyız. Her daim el emeği ve alın terimizle, bir başka söyleyişle hukuki ve ahlaki olanla yetinmeliyiz. Bakmakta olduğumuz işin öznesi veya yararlanıcısı, dostumuz da düşmanımız da olsa, akrabamız yahut yabancımız da olsa hiçbir zaman haktan ayrılmamalıyız. Her olay veya konuda daima hakkı hak olarak tanımalıyız ve hak ile hüküm vermeliyiz. Haktan uzak yaşayanın haksızlıktan yakayı kurtaramayacağını unutmamalıyız.

Önümüze gelen uyuşmazlıkları anlamada, kavramada ve adil bir şekilde çözmede ihtiyaç duyulan bilgiye mutlaka sahip olmalıyız. Eksik bilgi ile karar vermemeliyiz. Hukuk kurallarını ve maddi olayı çok iyi bir şekilde anlama ve kavrama kabiliyetimizi sürekli olarak geliştirmeliyiz. Okuduğumuzu ve dinlediğimizi doğru anlamalıyız. Baktığımızı doğru görmeliyiz. Her kararımız topluma güven ve istikrar sunmalıdır. Her bir iddianamemiz yalnızca bir suç isnadı değil aynı zamanda adalet yolunda yakılan bir ışık olmalıdır. Kararlarımızdaki dürüstlük ve tarafsızlık, yalnızca bir davayı değil bütün bir toplumun adalet duygusunu şekillendirir; toplumsal güvenin durumunu, devletin ruhunu ve temelini de derinden etkiler. Unutmayalım ki adil, dürüst ve tarafsız karar verdiğimiz sürece hem kendimizi hem de toplumumuzu yüceltiriz.

Sonuç olarak nâra değil nura heves edelim. Unutmayalım ki nuru tercih edenin her işi ahsan olur, nârı tercih edenin her işi hüsran olur.

Kıymetli Misafirler, Kıymetli Meslektaşlarım, 

Konuşmamın bu bölümünde Gazze’de gerçekleştirilen soykırımın vahametine değinmek istiyorum. Son iki yıldır Gazze’de yaşananlar, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından biri olarak kayda geçmiştir. Bu süreçte sivil yerleşimlerin hedef alınması; çocukların, kadınların ve yaşlıların yaşam hakkının hiçe sayılması sadece bir coğrafyanın değil tüm insanlığın vicdanını derinden yaralamıştır.  Şu veya bu sebeple maruz kaldığı açlık nedeniyle doğum ağırlığından daha hafif bir ağırlıkta ölen bebeklerin durumu, çok az sayıda kişinin gündeminde yer bulabilmiştir. Bu trajedi, adaletin ve insan haklarının evrensel niteliğinin ne denli hayati olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Yaşananlara baktığımızda insan onuruna saygının, hukukun üstünlüğünün ve temel hakların korunmasının her zaman öncelik verilen ve uygulanan temel ilkeler olması gerektiği gözükmektedir. Bu ilkeler, sadece soyut kavramlar olarak kalmamalıdır; devlet uygulamalarına, yargı kararlarına ve toplumsal yaşama mutlaka somut bir şekilde yansıtılmalıdır. İnsanlık, tüm bu yaşananlara karşı ortak bir vicdanla hareket etmelidir. İnsanlığın ortak geleceğinin, adil ve sürekli nitelikli bir barışın ancak yeryüzünde ahlaki değerlere ve adalete dönülmesiyle, adaletin ve ahlakın hâkim kılınmasıyla mümkün olabileceği unutulmamalıdır.

Kıymetli Misafirler, Kıymetli Meslektaşlarım, 

Sözlerime son verirken temel hakların korunmasını güçlendirmeyi amaçlayan bugün ve yarın gerçekleşecek olan toplantılarımızın adaletin kökleşmesine, hukukun üstünlüğünün pekişmesine katkı sağlayacağına inandığımı belirtmek istiyorum.

Katılımlarınız ve katkılarınız için hepinize teşekkür ediyor, toplantımızın ülkemiz, milletimiz ve hukuk sistemimiz için hayırlı olmasını diliyorum.

Projenin yürütülmesinde ve toplantımızın hayata geçmesi noktasında göstermiş oldukları kıymetli destek ve yardımlarından dolayı Sayın William Massolin’e ve Lilja Grétarsdóttir’e çok teşekkür ediyorum.

Misafirperverlikleri için Sayın Vali’mize, Diyarbakır Başsavcımıza, Adalet Komisyonu Başkanımıza, yine Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi Başsavcımız ve Başkanımıza ve Bölge İdare Mahkemesi Başkanımıza şükranlarımı sunuyorum. 

Kıymetli Misafirler, Kıymetli Meslektaşlarım, 

Bir insan, uzun ömürlü olmak isterse adaletli olsun.

Bu durum, devletlerde de aynıdır.

Adaletli olmak ömrü uzatır.

Ve son söz olarak:

“Hak ile Hak olursa bir kişi

Yanlış olmaz hiçbir işi

Hak Mevla yaparsa bir gün teftişi

Acep ne olur yanlış yapanın işi”

diyor ve hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.

Sabrınız için teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun.

Kadir ÖZKAYA
Türkiye Cumhuriyeti
Anayasa Mahkemesi Başkanı